bugün

entry'ler (1897)

kendimden hallice

Yeni nesil bir grup. Buralar hep değerlenecek. "Sakince yoruldum" şarkısı nasıl güzel nasıl güzel.

sakince yoruldum

"Kendimden hallice" grubunun enfes şarkisi. Hadi başlık açmadınız ama umarım dinlersiniz. Bizde bu aralar arabada, evde... son ses bu çalıyor.

En üst kattan atladı umutlarım
E daha ölmemiş, gömülmemiş
Savurdum olduğum kadarını
Kimseye yetmemiş, kimse yetinmemiş

Yollar giderek, ben severek bittim
Acılar güler hep, ben söverek gittim
Hoşuna giden yollar mı kapalı, gidemezdim
Bitmiyor hiç derdim, geçmez sensiz

Düşe kalka geçtik o yollardan
Azıcık da yorulduk aslında
Kovaladı hep aynı hatalar
Yaşıyoruz çözdüğümüz kadar

Düşe kalka geçtik o yollardan
Azıcık da yorulduk aslında
Kovaladı hep aynı hatalar
Yaşıyoruz çözdüğümüz kadar

Yollar giderek, ben severek bittim
Acılar güler hep, ben söverek gittim
Hoşuna giden yollar mı kapalı, gidemezdim
Bitmiyor hiç…

sensiz ben

"Ne kagit kalemsiz olmayı bilir ne de ben sensiz kalmayı..."

"Bul beni kaybolmuşum..."

Uzun zamandır bu kadar sık dinlediğim bir şarki olmamisti. Muzik sozler ses... yuksek sesle daha mi tatli oluyor? Pisman olmazsiniz dinleyin, dinletin.

"Soyle seni boyle mi kaybettim?"

çocukluğun soğuk geceleri

Tezer özlü'nün, dile getirmediklerinizi ne kadar ustaca anlattigina şaşıracağınız eseri. Kurgusuna hayran olduğum 65 sayfalık derin bir eser.

" yaşam, şimdi ancak kavranılması ve anlaşılması gereken; oysa yaşanması, gerçegine inilmesi ilerideki yıllara atılan bir yabancı öge gibi önümüze getirilmiş. Coğrafya derslerine getirilen yerküre gibi. Kimse yaşadığımız mevsimin, günlerin ve gecelerin yaşamın kendisi olduğundan söz etmiyor. Her an belirtilen bir ögretiye, bizler hep hazırlanıyoruz. Neye?"

storytel

Özellikle akşamları yatarken kulaklıkla dinlendiğinde inanılmaz keyifli oluyor. Yemek yaparken de dinlemişliğim var, araba kullanırken de... En güzel özelliklerinden biri okuma hızını arttırma seçeneğinin olması. Zülfü Livaneli'nin Serenad'ı dinlerken yarıda bırakıp kendim okumaya devam etmiştim. Yani okuma hazzını karşılamıyor bence. Kitap okumayı sevmeyenler için birebir. Bir de her seslendirme o kadar başarılı değil neyseki bunu da düşünmüşler. Okuyucu seçebiliyorsunuz.

yazarların akşam yemeği menüleri

arnavut ciğeri ile patates kızartması. patatesleri küp yapıp ciğerlerle karıştırıyorum. *

başlığı açan yazarın "akşama ne yiyeceğiz yahu?" derdinin kurbanları olduğumuzu düşünüyorum. "ne pişirsem?" dememiş de çakal.

yazarların en son gördükleri ünlü

murat boz'la aslı enver'i görmüştüm assos yolunda "beach"teydik. Şu, balık yiyip denize girdiklerinizden.
Bir ara tuvalete gittiğimde önümdekinin Aslı Enver olduğunu fark ettim. o girince beş altı adım kapıdan uzaklaştım ne olur ne olmaz durduk yere soğumayayım kadından diye. işin tuhaf tarafı tuvaletten çıkmasını bekleyen murat boz değil, şu tombik erkek kankalarından biriydi. "Bu ilişki yürümez!" demiştik haklı çıktık. *

Bir de Hakan Peker'le Efes Antik Kenti'nde çekilmiş bir çocukluk fotoğrafım var. sanırım 9 yaşlarındayım. ama beni fotoğraftan kesersem "Hakan Peker'i bu yaz Efes'te gördüm!" diye kakalayabilirim.

gece uçuşu

"Küçük Prens" dışında kitabını bilenlerin çok çok az olduğu Antoine de Saint Exupéry'nin eserinin adıdır.
ki kendisinin asıl mesleği savaş pilotluğuydu. ikinci Dünya Savaşı'nda annesine yazdığı mektup oldukça acıklı bir şekilde bu kitapta okunmayı bekliyor.

(1940)
"Sevgili annem,
Haber verildiği halde bir türlü başlamayan bir bombalamayı beklerken, dizlerimin üzerinde yazıyorum bu mektubu. Sizi düşünüyorum(...) Ve hiç kuşkusuz yine sizin için titriyor içim..."

zordu aslında

Evrencan Gündüz'e ait şarkı. üst üste dinlendiğinde demleniyor.

Çok yavaştı zaman
Biraz hızlandırdım
Çok uzaktı hasret
Biraz adım attım
Benden istediğin senin olmamı
Neyim varsa verdim
Seni özledim, sana sarıldım
Derdim varsa sildim
Fakat...

Zordu aslında seni her gün sevmek
Yediğimiz her güzel saniyeyi daha sindirmek
Zordu aslında seni her gün üzmek
Üzüldüğümüz her bir saniyeyi el ele geçirmek

Biraz bekle sevgilim
Durup biraz düşünelim
Biraz farket sevgilim
Oturup güneşi seyredelim

Zordu aslında sana hep bağırmak
Dönüp gittiğim her an arkama bakıp, sana uzanmak
Zordu aslında sana hep katlanmak
Aşağılandığım her an bir nefes alıp, sana sarılmak

flowers for algernon

insan zekası üzerine yazılmış en başarılı romanlardan biri. çok düşük ıq ile doğan bir çocuğun zeka seviyesini arttırmak için yapılan deneyleri konu alıyor. charlie, ameliyattan sonra hayal edebileceğinden fazla zekaya sahip olur ama duygusal olarak bununla baş etmekte zorlanır. bilim, eğitim bilimleri, sosyoloji ve psikoloji gibi çeşitli alanlara değinen romanda; eğitimde sevgi ve şefkat, duygusal ve bilişsel gelişimin ilişkisine çarpıcı bir kurguyla değinmiş yazar.

"beni evden çıkıp sokaklarda gezinmeye zorlayan şey ne? tek başıma dalgın dalgın dolaşıyorum ve bu insanı gevşeten bir yaz gecesi gezintisi değil, bir yere varma acelesi içindeyim - ama nereye? ara sokaklara giriyor, kapı aralıklarına bakıyor, kepenkleri yarı aralık pencerelerden içeriyi dikizliyor ve konuşacak birilerini bulmak istiyor, ama aynı zamanda karşıma birileri çıkacak diye korkuyorum. bir sokaktan çıkıp ötekine dalıyorum, sonu gelmeyen bir dolambaçta kendimi şehrin neon ışıklı kafesinin içine fırlatıyorum. aranıyorum... ama neyi?"

okunması gerekenler listesine eklemenizi önerdiğim ve türkiye'de hak ettiği popülerliği bulmamasına şaşırdığım daniel keyes romanı. bu eser, 27 dilde 30 ülkede yayınlanmış, hugo ve nebula ödülleri almış.

marriage story

o kadar çok şey söylenebilir ki film hakkında nasıl başlasam bilemedim...
"ı have been loving you" tanıtım videosu(trailer) şarkısıyla başlayayım bari. filmler ve müzikleri denince akıllara gelecek türden bir şarkı seçilmiş.
"hayatta olmak" üzerine kurgulanmış, insan duygularına dokunmayı amaç edinmiş sağlam konusu ve replikleri olan film izlemeyeli uzun zaman olmuştu. bana 90'lı yılların ortalarında yapılmış "insan"ı merkeze alan filmleri hatırlattı.

kadının; eş,anne, iş kadını olarak var olmaya çalışırken geçirdiği iç buhranı ve kendini bulma sürecini işlerken; erkeğin baba olduktan sonra sorumluluklarının artmasıyla birlikte evliliğinde ve kendi hayatında neleri ikinci plana atmak zorunda olduğunu ama bunu dile getirmemesinin ne gibi bir soruna yol açabileceğini anlatmış.

sanıldığının aksine boşanma sürecindeki "avukatlar" avukatlara hakaret etmiyor çünkü onlar filmde avukatı değil" toplum baskısı"nı temsil ediyorlar yani bir metafor olarak konuşuyorlar. bu nedenle üç farklı tip avukat görüyoruz. hatta nora'nın duruma göre tavır değiştirmesiyle birlikte dört farklı avukat. avukat nora bir bölümde öyle şeyler söylüyor ki ayağa kalkıp alkışlama hissi uyandırıyor.

"kusurlu bir baba kabul görür. kabul edelim iyi baba kavramı çıkalı 30 yıl oldu.ondan önce babalardan sessiz, namevcut ve güvenilmez ve bencil olmaları beklenirdi. farklı olmalarını istediğimiz kesin. ama bir bakıma onları kabulleniyoruz. onların kusurlu yönlerini seviyoruz. ama aynı kusurlar annelerde kabul görmüyor. ne maddi ne de manevi açıdan kabul görüyor. çünkü yahudi-hıristiyan kökenlerimiz isa'nın annesi meryem'e dayanıyor. o kusursuz. çocuk doğuran bir bakire. çocuğunu ölene kadar destekliyor ve öldüğünde cesedini kucağında taşıyor. baba ortada yok. sevişmeye bile gelmemiş. tanrı cennette. çocuğun babası ve ortada yok. o yüzden sen kusursuz olmalısın. charlie(eşi) hıyarın teki bile olsa fark etmez. senin kıstasın daima yüksek olacak!"

oyunculuklar zaten kusursuz. adam driver'ın filmdeki gibi gerçek yaşantısında da bir brodway öyküsü varmış.

annelik

nazan bekiroğlu'nun "la" romanında şöyle bir bölüm vardır annelik duygusuyla ilgili:

" o ikisinin cennetten çıkışıyla birlikte bütün bir insan soyunun önünde cennet yolu açıldı. hayret! bu çıkış, daha çok insan cennete girsin diye mi, düşünemediler bile.
ve her kovulan ya da kopan telaş içinde bir şey alıyor ya yanına. onlar da bu hatıra hikayesinden yanlarına bir şeyler almak istediler. insan olan yanına neyi alabilirdi? beraberinde neyi götürebilirdi?

üç şey seçtiler cennetten çıkarmak için:
bir: kelimeler
iki: aşk
üç: annelik duygusu

kelimeleri adem yanına aldı, annelik duygusunu taşımak havva'ya kaldı.
ama aşk çok ağırdı.
ikisinin de, aşkı tek başına taşıması mümkün olmayınca, ikisinin zembili de aşkı bir başına kaldıramayınca, bölüştüler yükü. yarısını adem sırtlandı, aşkın yarısı havva'ya kaldı.

öyle sert düştüler ki dünyaya, bu fenaya, adem'in dizlerinin bağı çözüldü, ciğerleri yandı. nutku tutuldu. üçüncü defa, bildiği kelimelerin hepsini önce unuttu. sonra bir kısmını hatırladıysa da o bir kısmını kıyamate değin unuttu.

aşk? daha yollarda sakin durmamıştı bir türlü. kabına sığmamıştı. bir yarısı yollarda kayboldu. getirebildikleri ancak öbür yarısıydı.

o gün bu gün yeryüzü kelimeleri yetersiz, aşk bu dünyada kusurlu!

annelik duygusu?
havva'nın cennet duygusu.
gönül evinde, kadın bedeninde, tastamam duruyordu."

katre i matem

eserde "bir meczubun aşk anlayışı" şöyle anlatılır:

"dağ başında bir meczub yaşarmış. adamakıllı aklını kaptırmışın biri. gökyüzüne bakıp dertli bir gönülle dermiş ki:

" rabbim!... sen sevgiden anlamıyorsun. ama ben seni daima sevmekteyim.
senin, benim gibi sayısız sevgilin var, ama benim senden başka bir sevgilim yok!... o halde ey kainatı yaratan, aydınlatan, döndüren sevgili; nasıl diyeyim sana, n'olursun, azıcık olsun şu sevgiyi benden öğrensen!..."

beslenen

inci aral'ın ağda zamanı adlı öykü kitabındaki bir öyküdür. hikaye, inci aral'ın küçüklük yıllarından izler taşır.
hikayeye kaynaklık eden yaşantının izi şudur: evin ayak işlerini yapan besleme gönül verdiği kişiyle birlikte olmak için yıllardır yanlarında kaldığı aileyi terk eder.

yazar, hikayeyi etkili kılmak için mekanların insanlar üzerinde bıraktığı izlerden faydalanmıştır. ayrıca hikayede "birey ve toplum" kavramı kendine bir yer edinmiştir. insan emeğini sömüren keyif düşkünü ve kendi içerisinde tutarsız karakterler, duygular arasında sıkışıp kalmıştır. işte bu bireyler, aynı zamanda toplumu oluşturacak türdendir. ezen ve ezilenler bu hikayede aynı mekanı paylaşmaktadır.

kefken

Askeriye yaz kampı özdere'dekinin minyatürü gibidir. Dışarısı tıklım tıkışken kamp sakin ve huzurludur. Denizi ve tepelere konmuş salıncaklarda gün batımını izlemek güzeldir.

fyodor mihailovic dostoyevski

bu bir tesadüf olmalı: büyük yazarların çoğunun bir baba travması yaşamış olmaları.

nefret edilecek bir babadan, sırf oğlu olduğu, onun kanını taşıdığı için nefret etmemesi gereken ama yine de nefret ederek büyümüş bir çocuk olarak, ömrünün ilk bilinçli yıllarını insanlığın bu garip çelişkisini önce fark edip sonra da inkar ederek geçirmişti.

babası bir albaydı, bir doktordu,iflah olmaz bir cimriydi.
çocuklarına latince öğretirken oturmalarına izin vermez, toprağı işleyen işçilerini selam vermedikleri için, bazen de selam verirken şapkalarını çıkarıp oyalandıkları için kırbaçlatırdı. otorite delisi ve adaletsiz biriydi...

"fedor"; alkolik, cimri, yalancı, yersiz sertliğiyle sevmediği babasının yaşamasını gereksiz buluyordu ama babasının kendi köylüleri tarafından hunharca öldürüldüğünü askeri okulun soğuk koridorlarında duyduğuna ilk sara krizini geçirmişti.

o, babasının ölmesini gerçekten isteyip istemediğini kendine sorup durmuş ve ruhunu bu ikileme mahkum etmiş bir yazardı.

asin

eduardo galeano'nun aynalar'ını, gabriel garcia marquez'in yaprak fırtınası'nı okunacak eserler listeme ekletmiş ve benim önerilerimi de mutlaka okuyacağını söyleyerek "okuduklarımızı burada tekrardan değerlendirebiliriz." demişti. her ne oldu da sözlüğü bıraktı merak ettim doğrusu.

kendini tanımak

alfred adler insanı tanıma sanatı adlı eserinde "kendini tanıma, mutluluğun bir yasasıdır." diyordu.

viyana

"viyana bir insan olsaydı; günün büyük bir bölümünü beste yaparak geçiren deha sahibi bir müzisyen olurdu. öyle ki onun bir araya getirdiği müzik cümleleri, dinleyen herkesin belleğinde hayranlık ve kıskançlık duygularıyla yoğrulmuş bir hatıraya dönüşürdü."

öğretmenlik

annelik, öğretmenlik ve doktorluk; vicdanlı insanlara yakışır.